Ahad olan Zât’a sonsuz hamd ü senâ olsun ki, gizli hazinesini açtı ve ayn’ların hakîkatleri olan isimlerinin hakîkatlerini akdes feyzi ile ilâhî ilim sahasına saçtı; ve bu hakîkatlerin gölgeleri olan görünme yerlerine devâmlı olarak mukaddes feyzi ile izâfî vücût bahşedip, bu bedenlerin bütün hepsini güzel endâmına karşılık kıldı; ve âlem içinde Âdem’i kendi sûreti üzerine halk edip, kemâlinin cemâline ayna edindi.Nitekim Hâfız Şîrâzî (k.s) buyurur.Kıt’a:
Tercüme: “Hakîkî mahbûb yâni muhabbet edilen, kendi sûretini göstermek istedi; Âdem’in suyu ve çamuru muharebe meydanında çadır kurdu; kendini seyretmek topraktan ayna yaptı, kendi yansımasını gördü; kıskanmasından hepsini alt üst etti.
” Sonsuz salavâtlar O’nun eşsiz edîb habîbi ve benzersiz lebîb nebîsi Muhammed Mustafâ (s.a.v.) Efendimiz üzerine olsun ki, mübârek zatı Hakk’ın pâk zâtına ayna oldu. Çünkü asâleten insân-ı kâmil odur; ve şanlı vücûdu Hak ile halk arasında büyük bir berzah olup, buradan geçilmeyince Hakk’a ulaşmak mümkün olmadı.
Sâf ve hâlis selâmlar ve duâlar ve kâfi derecede teslimler vücûd dairesinin noktası olan o şanlı Nebî’nin âline ve ashâbına olsun ki, tâbi olanlar için her biri doğru yolu gösteren yıldızlar ve Hudâ’nın rahmetini celbetmek için gönderilmiş olanlardır.
Şimdi bu âlâ kitâb, nebevî ilimlerin vârisi, hakîkat güneşi ve tabîat âlemi karanlığının nûru Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (r.a.) efendimizin Fîhi Mâ Fîh ismindeki yüce eserinin tercümesidir. Tetkik edilmesinden anlaşılacağı üzere, çeşitli meclislerde saâdetli ağızlarından şerefle çıkan mârifetler ve hakîkatlerin hürmet sâhibi ashâbı tarafından kaydedilmesi sûretiyle vücûd bulmuştur. Bir ma’nâlar okyanusudur ki, ard arda gelen dalgaları asla kesilmez; doğru yol üzere parlayan bir güneştir ki, donmuş tabîatlar âlemi üzerine aralıksız gelen sıcaklığı ve ışığı asla kesilmez. Kalplerinde mânevi hastalık olanlara şifâ, basîret gözü perdeli ve akl-ı cüz’î ile kapanmış, olanlara sürme ve cilâdır. Çünkü yüce anlatımları baştan başa Kur’ân’ın özü ve nebevî hadislerdir. Tabîat kirleri ile kirlenmiş olanlar, bu sâflık denizinde temizlenirler. Zaten pâk olanlar ise abdest üzerine abdest almış olacaklarından, onlar hakkında da nûr üstüne nûr olur. İnkâr edenlerin bundan nasîbleri yoktur. Çünkü ezelden hâm olan birinin pişmek ve olmak ihtimâli yoktur.
Mesnevî: [Yâni “Ham rûh olanlar, pişkin ve yetişkin kişilerin halinden anlamazlar.
O halde sözü kısa kesmek gerektir vesselâm.”] Belki büsbütün bozulur.
Bu yüce eserin aslının baskısı olmadığı gibi yazılmış nüshaları da nadirdir. Geçmiş kerem sâhipleri lâyık olduğu şekilde îtinâ göstermemiş olduklarından mevcût nüshaların ibâreleri ne yazık ki pek hatâlı ve bâzı nüshalarda cümleler ve hattâ fasıllar noksan bir haldedir. Bu sebeple işin başlangıcında, tercüme işinin güzel bir netîceye ulaşması fakîre göre pek zor göründü.
İhtimâl ki, kemâl sâhibi bâzı kişiler şimdiye kadar bu latîf eseri tercüme etmeyi düşünmüş ve nüshalardaki karışıklıktan dolayı aslının bozulmuş olması korkusuyla bu işten el çekmişlerdir. Fakat irfân sâhibi olan bâzı zâtların bu konudaki emirlerini, mübarek nefesleriyle yardım sözü kabul ettiğimden, fakîrde tercüme isteği kuvvet buldu. Niyet iyiye yakın olunca, olabilecek hatâların kerem deryâsı olan evliyâullah indinde hoş görüleceğine şüphem yoktur. Husûsiyle iyi niyetle ve hâlis bir kalb ile harcanacak olan mesâînin zorluk hallerinde etkili olacağı tecrübe edilmiş olduğundan, Hazret-i Pîr’in yardım edici ruhâniyyetinden yardım isteyerek bu tehlikeli işe başladım.
Tercüme esnâsında fakîrin elindeki nüsha bâzı kerem sâhibi zâtlarda ve kütübhânelerde bulunan diğer yedi-sekiz nüsha ile karşılaştırılarak derlenip düzeltildi. Bu derleme esnâsında nüshalarda rastgelinen kelime uyumsuzluklarında, sıkı bir araştırma ile hangilerinin ma’nâları konu ile en fazla ilişkili ise, onlar kabûl edildi.
Ele geçen nüshaların içerikleri bu şekilde bir uygulamaya tâbî tutulduğunda, altı bölümü arapça olmak üzere, yetmiş üç bölüm bulundu. İhtimâldir ki, fakîrin görmediği nüshalarda, başka bölümler de vardır. Fakat bunları toplayıp, inceleyebilmek fakîr için imkân dışında idi. Eğer böyle ise bu eksiklikler irfân sâhipleri tarafından daha sonra tamamlanabilir. Nüshalarda görülen hatâlar, arapça bölümlerde ve beyitlerde daha fazla idi. Hakîr olan ben fakîrin arapça lisânında tahsili zayıf olduğundan, Allah râzı olsun, fazilet sâhibi bâzı zâtlara başvurarak bu zorluklar da çözüldü ve hatalar düzeltildi.
Bilindiği üzere ehlullah cevâmiu’l-kelim yâni kelimeleri toplayıcıdır. Onların mübârek sözlerinde belâgat gösterme hevesiyle tasarruf etmek asla câiz değildir. Bunun için tercüme tarzında aslî anlatımından uzaklaşmamakla beraber, mümkün olduğu kadar ibârelerde lisânımızın şîvesine uygunluk ve süslü sözlerden sakınarak, açık ibarelerle ma’nânın nakledilmesi gözetildi. Çünkü bu latîf kitâptan hem havâsın ve hem avamîn nasîbi vardır. Bu tercih edilen tarz ile avâmın da istifâde etmesi te’min edilmiş olur. Diğer taraftan bu Fîhi Mâ Fîh’in içerdiği hakîkatler ve mârifetler Mesnevî Şerîf’in, yine Mesnevî sâhibi hazretleri tarafından şerhi makâmında olduğundan, hemen her cümlesine Mesnevî beyitlerinin bir veyâ birkaçı tekâbül etmektedir. Tetkik etme külfeti olmaksızın, rastlanan bâzı karşılıklı beyitler dipnot olarak yazıldı ve anlaşılmasında çok fazla zorluk görülen bâzı konular hakkında da elden geldiği kadarıyla îzâhlar verildi.
Mesnevî-i Şerif’in okunması sırasında dâima ma’nâlar ilminin “vasl” kaidesinden gaflet etmemek îcâb ettiği gibi, Hazret-i Pîr-i dest-girin bu ifâdelerinin okunmasında aynı kaidenin uygulanması gerekir. Mânalar ilminin “vasl” kaidesi odur ki, birbirine zıt iki kelâm arasında ortak bir yön olmaması sebebiyle, bunların arasına diğer bir kelâm takdîr olunarak tam bir münâsebet elde edilir. Gerek Mesnevî-i Şerif’in ve gerek Fîhi Mâ Fîh’in üslûbu, Allah kelâmının latîf üslûbuna uygun düşmüş olduğundan, görünüşte aralarında münâsebet görülemeyen cümlelerin latîf ma’nâları saygıdeğer okuyucular tarafından ona göre iyice incelenmelidir. Bu bağlantı ve münâsebetlerin belirlenmesi, zevk ve irfân kapasitesine bağlı olup, ben fakîr tercme edici ise, bu ihâtadan pek uzak bulunduğundan tercüme sırasında, o vâdîye ayak basmış olmaktan çekindim ve bu mühim iş, fazl ve irfân sâhiplerine terk olundu.
Tercümede rastlanılacak noksanlıkların düzeltilmesini ve bu zayıf bilgilinin küstahlıkla suçlanmamasını fazl ve kemâl sâhiplerinde ricâ ederim. Çünkü kalbi katı ve günahlarda boğulmuş olan bu ilimsiz ve amelsiz zelîl kulun uzun seferdeki azığı ancak budur.
Allâhü Veliyyu’t-tevfîk. Şiir:
Yâ Rab lûtfunla bakışın içindir bu meşgale
Karanlıkta kılavuz bize ancak bu meş’ale
Her zerre hubbünün tâziyânesiyle sa’y eder
Zâtî hubbünün zuhûru ile koptu bu velvele
Secde edici vechinin örtüsüne zilletle put-perest
Mü’min rü’yetine kavuşmak için çekti besmele
Herkes huzûr ve huşû içinde önünde namazdadır
Halkı namâza da’vet eden hep bu hayy’ale !
Taktın birer inân, bilen bilmeyen koşar
Âlim bu keşmekeşde eder kat’-ı merhale
[Münkirlerin inân-ı seri zülfünün teli Mü’minlerin inânı da tebşîr-i hervele.]*
AVNÎ der-i inâyetini devr edip durur,
Can ver inâyetinle o rûhsuz heykele.
Hakîr Tercüme edici Ahmed Avnî el-Mevlevî