Onda sizi görmek arzusu vardır; ve “Hudâvendigâr’ı görmek isterim” dedi, dedim. Hz. Mevlânâ efendimiz buyurdular ki:
Hudâvendigâr’i şimdi hakîkati ile görmez; çünkü onun Hudâvendigâr’ı göreyim diye arzû ettiği şey, Hudâvendigâr’ın perdesidir; Hudâvendigâr’ı şimdi perdesiz görmez. Ve halkın çeşit çeşit eşyaya ve babaya ve anneye ve kardeşe ve sevgililere ve yerlere ve göklere ve bağlara ve saraylara ve ilimlere ve amellere ve yemeklere ve şaraplara olan bütün arzûları ve vefâları ve muhabbetleri ve şefkatleri böylecedir. Hepsinde Hak arzûsu vardır; ve o şeyler hep perdedir. Ne zaman ki bu âlemden göç ederler, o şeyler bu perdeler ve yüz örtüleri olmaksızın görünür. İstekleri hakîkatte bu bir şey olur, bütün müşkiller hallolur; ve gönüllerde olan soruların ve müşkillerin hepsinin cevâbını işitirler; ve her şey aşikâr olur. Ve Hakk’ın cevâbı her bir müşkil için tek tek, ayrı ayrı cevab verilmesini gerektirir bir yön ile değildir. Bir cevâp ile bütün sorular bir defâda bilinir ve müşkiller hallolur. Nitekim kış vaktinde soğuktan her bir kimse bir elbiseye ve bir kürke ve bir ocağa ve bir sıcak mağaraya sığınır. İşte böylece bütün bitkiler, ağaçlar ve otlar ve diğerleri soğuğun zehrinden meyvesiz ve yapraksız kalıp, soğuğun zararının dokunmaması için ağaçlar onları içlerine çekerek gizlemiştir. Ne zaman ki bahar onların cevâbını bir tecelli ile verir; ve onların canlanmasından ve bitkiden ve maddeden ibâret olan muhtelif sorularını bir defâda halleder; ve o zararlar defedilmiş olur; ve hepsi başlarını dışarı çıkarıp, o belânın icâbının ne olduğunu bilirler.
Hak Teâlâ kemâliyle Cemâlini perdesiz gösterse, bizim ona tâkatımız yoktur ve nâsiblenemeyiz. Bu perdeler vâsıtasıyla yardım ve menfaat buluruz. Bu güneşe bak ki, biz onun nûru içinde yürür ve görürüz; ve güzel ile çirkini ayırır ve seçeriz ve ısınırız; ve ağaçlar ve bağlar meyve verir; ve ham ve ekşi ve acı meyveler güneşin ısısından pişip tatlı olurlar; ve mâdenler onun te’sirinden altın ve gümüş ve la’l ve yâkut meydana getirirler. Ve eğer vâsıtalara bu kadar menfaat veren güneş, pek yakına gelirse, hiç menfaat vermez. Belki bütün âlem ve ehli yanarlar. Hak Teâlâ dağa perde ile tecelli ederse, ağaçlar ve güller ve çimenler ile doldurup, donatır; fakat perdesiz tecelli edince, o dağı altüst edip zerre zerre yapar. Nitekim Kur’an-ı Mecîd’de beyân buyrulur: “Fe lemmâ tecellâ rabbuhu lil cebeli cealehu dekkan” (A’râf, 7/143) Yânî “Rabbi o dağa tecellî edince, onu paramparça etti.”
Huzurda olanlardan biri şu soruyu sordu: “Sonuçta kış vaktinde de o güneş mevcûttur.” Hz. Pîr-i dest-gîr cevâben buyurdular ki:
Bizim burada haml etmekten yâni buraya taşıyıp anlatmaktan amacımız bir misâldir. Fakat o makâmda ne hamel yâni kuzu vardır, ne de cemel yâni deve vardır. Mesel yâni misâl vermek başka, misâlin ta kendisi başkadır. Gerçi akıl çalışma ile o şeyi idrâk etmez. Fakat akıl, çalışmayı nasıl terk eder? Ve eğer akıl çalışmayı terk ederse, o akıl değildir. Akıl odur ki, her ne kadar Hak Teâlâ idrâk edilebilir ve idrâki mümkün olmasa bile, yine Bârî Teâlâ’nın idrâki husûsunda tefekkür ve çalışma ve gayretten gece ve gündüz dâima rahatsızlık duysun ve yetinmesin. Akıl pervâne ve mâşuk da kandil ve ışık gibidir. Gerçekte pervâne kendisini kandile çarpıp, yanarak helâk olur. Fakat pervâne odur ki, her ne kadar ona yanmak zarar ve elem verse de, yine kandile sabredemesin. Kendisini o nûra çarpmayan pervâne değildir. Ve eğer pervâne kendisini kandilin nûruna çarpıp yanmazsa, o da kandil değildir. Şimdi Hak nûrundan yanmaya sabretmeyen ve gayret göstermeyen adam, adam değildir. İdrâk olunan her şey Hak değildir. İnsan odur ki, gayretten geri kalmayıp, hiç durmadan ve yetinmeksizin Hakk’ın Celâl nûrunun etrafında dönsün. Ve Hak odur ki, insanı yakıp yok etsin ve hiçbir akıl onu idrâk edemesin.