Tâceddin Kubâî’ye dediler ki: “O mollalar, bizim aramıza giriyorlar ve halkı din yolunda inançsız ediyorlar.” Cevâben dedi: “Hayır, onlar bizim aramıza gelip bizi inançsız edemezler. Hâşâ ki onlar bizden olsunlar.”
Örneğin, köpeğin birisine yaldızlı bir tasma bağlarlar; o tasma ile ona av köpeği demezler. Avcılık bir ma’nâdır; onda ister yaldızlı tasma olsun, ister yün tasma olsun. Bu âlimlik cübbe ve sarık ile olmaz. Âlimin zâtında bir hünerdir. Çünkü o hüner eğer cübbede ve abâda olsa idi, birbirinden farkı olmaz idi. Nitekim Peygamber (a.s.) zamanında münâfıklar dîn eşkiyâlığına kalkışırlar; ve bir taklitçiyi, dîn yolunda zayıf kılmak için namâz elbisesi giyerlerdi. Çünkü kendilerini müslümanlar elbisesine bürümeyince o eşkiyâlığı yapamazlardı. Yoksa bir batılının veyâ yahûdinin dîni kötülemesini kim dinler? “Fe veylün lil musallîn”
“Ellezîne hüm an salâtihim sâhûn”
“Ellezîne hüm yurâûn”
“Ve yemneûnel mâûn“ (Maun, 107/5)
Yânî “Azâbın şiddeti, namazlarını gaflet ile değersiz sayan ve halkın yanında riyâ ile kılıp, tenhâda terk eden ve zekâtı ehlinden men eden kimseler içindir.” Kelâmın tamâmı budur. Sende âdemiyyetin nûr tutuculuğu yoktur. Âdemiyyet taleb et, [maksat budur; kalanı gereksizdir. Sözü çok süsledikleri zaman] maksat unutulur.
Bakkalın birisi bir kadını severdi. Kadının câriyesiyle “Ben şöyleyim, böyleyim, âşıkım, yanıyorum, râhatım yoktur, eziyet içindeyim; ve dün böyle idim ve dün geceyi şöyle bir hal içinde geçirdim” diye haberler gönderdi ve uzun hikâyeler söyledi. Ne zamanki câriye, kadının yanına gelip: “Bakkal sana selâm söyledi; gel sana şöyle, böyle edeyim diyor” dedi. Kadın: “Böyle soğuk bir şekilde mi söyledi?” dedi. Câriye cevâben dedi: “O uzattı durdu; fakat maksâdı bu idi.”
Asıl olan maksattır, gerisi baş ağrısıdır.