Hakîkat tâliblerinin ve sâliklerin virdleri, mücâhede ve ibâdet ile meşgûl olmalarıdır; ve her işte zamanı paylaştırsınlar ki, âdet hükmüne girip o zaman, bir otokontrol sağlanıp onların vekîli olsun. Örneğin sabahleyin kalksın; o saatte ibâdet daha iyidir. Çünkü nefis çok daha sâkin ve sâfidir. Herkes kendine lâyık ve nefsinin şerefine uygun olan ibâdet türünü yapar. Kur’ân’da “Ve innâ le nahnus sâffûn / Ve innâ le nahnul musebbihûn” (Saffât,37/165-166) buyrulmuştur. Yâni “Biz melekler sınıfı hizmetlerimizde saf saf durur ve Hakk’ı tesbîh ederiz.” Yüzbin saf vardır; ne kadar çok pâk olursa, o kadar ileriye götürürler; ve ne kadar az olursa, o kadar ilk saffında uçar. “Hakk’ın geri bıraktığı haysiyyetten geri kaldılar.” Bu kıssa uzundur ve bu uzunluktan kaçış yoktur. Her kim bu kıssayı kısaltır ise, ömrünü ve cânını kısaltır; ancak Allah’ın muhâfaza buyurduğu kimseler istisnâdır.
Ulaşmış olanların virdlerine gelince, anlayacak kadar söyliyeyim. Şöyle ki, sabahleyin mukaddes rûhlar ve tertemiz melekler ve “lâ ya’lemuhum illallâh” (İbrâhim, 14/9) yâni “Allah’dan başkasının bilmediği…” gereğince Hak Teâlâ’nın isimlerini gizli tuttuğu halk edilmişler, İslâm gayretinin şiddeti sebebiyle, o ulaşmışların ziyâret ve selâmına gelirler. Nitekim işâret buyrulur: “Ve reeyten nâse yedhulûne fî dînillâhi” (Nasr, 110/2) yâni “Sen de insanların Allah’ın dînine gireceklerini gördüğünde” ve “vel melâiketu yedhulûne aleyhim min kulli bâb” (Ra’d, 13/23) yâni “Melekler de her bir kapıdan onların yanına sokulacaklar…”
Sen onların yanında oturmuş olduğun halde görmüyorsun ve onların sözlerini ve selâmlarını ve gülmelerini işitmiyorsun; ve buna neden şaşırıyorsun? Hasta ölüm haline yaklaşınca, birtakım hayâller görür ki, yanında bulunan kimsenin haberi olmaz ve ne dediklerini işitmez. O hakîkatler bu hayâllerden bin defâ daha latîftir; ve hasta olmadıkça böyle hayâlleri görmez ve bu hakîkatleri işitmez; ve ölmeden önce ölmedikçe, o hakîkatleri görmez, evliyânın nâzik hâllerini ve onların azametini ve seher vakti, onların huzûruna bu kadar sayısız tertemiz meleklerin ve rûhların geldiğini bilen ziyâretçiler, böyle bir virdlerin arasında girip, şeyhe zahmet vermemek için, dururlar ve beklerler.
Nitekim her sabah köleler, pâdişâhın sarayının kapısında hâzır olurlar ve onların gelişi, her birinin bilinen makâm ve hizmette bulunmasıdır. Bâzıları uzaktan hizmet ederler ve pâdişâh onlara bakar ve ancak pâdişâhın köleleri, falan şu hizmeti etti, diye onu görürler. Ne zamanki pâdişâh ölür; onun virdi, hizmetkârların her taraftan kendisinin hizmetine gelmesinden ibâret olur. Çünkü artık kölelik kalmaz ve “Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanınız” ve “Onun için kulak ve göz olurum” sırrı ortaya çıkar. Ve bu çok büyük bir makâmdır ki, bunun için çok büyük sözünü kullanmak dahî yanında hiç kalır. Çünkü onun azameti ayn (a) ve zı (z) ve ye (î) ve mim (m) harfleri ile anlaşılmaz. Eğer onun azametinden biraz gözükecek olsa, ne “ayn” kalır, ne de ayn harfinin çıkış yeri ve ne “zı” kalır, ne de “zı” harfinin çıkış yeri; ve ne el kalır, ne de mevcûd. Nurların askerlerinden vücûd şehri harâb olur. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de buyrulur “innel mulûke izâ dehalû karyeten efsedûhâ” (Neml, 27/34) yâni “Pâdişâhlar bir şehre dâhil olduğunda, o şehri harâb ederler.”
Devenin biri fâre kovuğuna ayağını bastı; kovuk harâb oldu; fakat o harâblık içinde bin hazîne çıktı. Beyit:
Nazmen tercüme: “Virânede gizli hazîne vardır
Ma’mure köpeklere seyrân yeri.”
Ne zamanki uzun uzadıya sâliklerin makâmının şerhinden bahsettik; ulaşmışların hallerinin şerhinde ne söyliyelim? Ancak sâliklerin varış yeri vardır; fakat bunların nihâyeti yoktur. Sâliklerin varış yeri kavuşmadır; ulaşmışların varış yeri ne olur? O, bir ulaşmışlıktır ki, onun için ayrılık olması mümkün değildir. Hiçbir üzüm tekrar koruk olmaz ve hiçbir olmuş meyve tekrâr hâm olmaz. Beyit: Nazmen tercüme:
“Halka söz söylemeyi gerçi harâm sayarım
Açılırsa sözün ancak sözü uzatırım.”
Vallâhi uzatmıyorum; aksine kısa kesiyorum. Beyit: Nazmen tercüme:
“Ben kan içerim, oysa sen bâde sanırsın;
Can almadasın, oysa sen vermede sanırsın.”
Her kim bunu kısalttı ise, doğru yolu bırakıp, helâk edici sahra tarafını tuttu.