Elliüçüncü Fasıl Bu buğdayı nereye götürüyorsun? Onun içinde benim ölçeğim vardır.

Evvelce şiir söyler idik ve şiir söylemeyi icâb eden çok büyük bir istek var idi. O zaman da eserler mevcûd idi. Bu isteğin artık gevşediği ve batış hâlinde bulunduğu bu sâatde dahî eserler vardır. İlâhi âdet böyledir ki eşyâyı doğuş vaktinde terbiye buyurur; ve ondan çok büyük eserler ve bir çok hikmetler açığa çıkarır. Batış halinde de o terbiye kāimdir. Nitekim Hak Teâlâ “Rabbul meşrıkı vel magribi” (Müzzemmil, 73/9) yâni “O, doğunun da, batının da Rabb’idir” buyurur ki, insanın içinde doğan ve batan isteklerin Rabb’i demektir.

Mu’tezile: “Fiillerin halk edicisi kuldur ve kendisinden çıkan her bir fiilin halk edicisi o kuldur” derler. Böyle olması mümkün değildir. Çünkü o kuldan çıkan her bir fiil, ya akıl ve rûh ve kuvvet ve cisim gibi kendisinde olan âlet vâsıtasıyladır; yâhut bütün hallerde vâsıtasızdır. Vâsıta ile olunca onun fiillerin halk edicisi olması mümkün olmaz. Çünkü o kul bu vâsıtaları birleştirmeye kâdir değildir. Bundan dolayı kimse bu âlet vâsıtasıyla vücûda gelen bu fiilin halk edicisi olmaz; çünkü âlet, onun mahkûmu değildir; ve âletsiz fiilin halk edicisi olması mümkün olmaz. Çünkü bu âlet olmaksızın, ondan fiilin çıkması imkânsızdır. Şimdi kesinlikle anlaşıldı ki, fiillerin halk edicisi Hak’dır, kul değildir. Kul kendisinden çıkan her bir fiili, hayır olsun, şer olsun bir niyet ile meydana koyar. Ammâ o işlerin hikmeti, onun düşündüğü ma’nâ ve hikmet kadar değildir. O işte ona görünen fayda, ondan vücûda gelen fiilin faydası kadar olur. Fakat onun bütün faydalarını, yâni ondan ne faydalar sağlayacağını Hak bilir. Örneğin, sevâb ve iyi bir nâm ve dünyâda emniyet kazanmak niyeti ile namaz kılarsın; fakat o namazın faydası sâdece bu kadar olmayacaktır; yüzbin faydalar verilecektir ki, o senin vehminden geçmez.O hizmetler üzerine kazanılacak faydaları Cenâb-ı Hak bilir.

Şimdi… İnsân kudret elinin avucunda yay gibidir ve Hak Teâlâ Hazretleri onu hizmetlerde kullanır; ve hakîkatte fâil, yay değil, Hak’dır. Yay âlet ve vâsıtadır; lâkin Hak’dan habersiz ve gâfildir; ve onun esâsı gâflettir. Görmez misin ki, bir kimseyi uykusuz bıraktıkları zaman dünyâdan bezer ve soğur ve ondan vazgeçer. İnsanın küçüklüğünden beri olan büyüyüp gelişmesi gaflet vâsıtasıyladır; yoksa gelişip büyümez idi. Şimdi o, gaflet vâsıtasıyla yapılaşıp irileştiğinden, onu gafletlerden yıkayıp pâk etmek için, Hak Teâlâ cebren ve tercihan yine zahmetleri ve mücâhedeleri musallat kılar. Ondan sonra o âleme âşinâ olmak mümkün olur. İnsanın vücûdu bir çöplük gibidir. Gübre yığını, ancak gübre yığını!… Eğer azîz ise, onda pâdişâhın mührü olduğu içindir. Âdem’in vücûdu bir buğday çuvalı gibidir. Pâdişâh “Bu buğdayı nereye götürüyorsun? Onun içinde benim ölçeğim vardır” diye seslenir. Oysa o, ölçekten gâfildir ve ölçek buğdaya batmıştır. Eğer o ölçeğe vâkıf olsa, hiç buğdaya iltifat eder mi?

Şimdi… Seni ulvî âleme çeken ve süflî âlemden soğutup umarsız yapan her bir endîşe, o ölçeğin yansıması ve ışığıdır ki, insân o sebeble o âleme meyleder; aksi olarak süflî âleme meyl ettiğinde, bu hâl, o ölçeğin örtü içinde gizlenmiş olması alâmetidir.