Ellialtıncı Fasıl Mevlânâ’ya âşıkım ve sürekli yüzünü görmek istiyorum

Ekmelüddin dedi ki: “Mevlânâ’ya âşıkım ve sürekli yüzünü görmek istiyorum. Âhiretim hâtırıma gelmiyor. Mevlânâ’nın nakşını bu endîşeler ve hâtıralar olmaksızın, ünsiyet edip ve rahat bulup görüyorum. Sûreti olsun veyâ hayali olsun, onun cemâliyle lezzetler hâsıl oluyor.”

Cenâb-ı Pîr-i dest-gîr buyurdular: Her ne kadar âhiret ve Hak hâtıra gelmez ise de, hepsi muhabbetin içinde gizlidir ve zikredilmektedir. Bir halîfenin huzûrunda rakkâsenin birisi zil çalıyordu. Halîfe “Elinde san’at vardır” dedi. Rakkâse de: “San’at ayağımdadır” diye cevap verdi ki, elimde ki hoşluklar, ayağımda gizli olan hoşluklardandır, demek idi. Bundan dolayı her ne kadar mürîd, âhiretin ayrıntılarını hâtıra getirmez ise de, şeyhini görmekten oluşturduğu lezzet, bütün o ayrıntıları içinde barındırmaktadır ve o ayrıntıların hepsi, o lezzette gizlidir. Nitekim bir kimse oğluna veyâ kardeşine iltifat edip muhabbet eder; bütün kardeşlikten ve vefâ ümîdinden ve onların kendisine olan muhabbetinden ve işin sonundan, kısaca akrabânın akrabâdan ümîd ettikleri birtakım menfaatlerden hiç birisi hâtırına gelmez. Ancak bu ayrıntıların hepsi, o yüz yüze olma ve iltifâtın içinde gizlidir. Ve nitekim gerek toprak ve gerek su içinde bulunsun, odunda hava gizlidir. Çünkü onda hava olmasaydı, ona ateşin te’siri olmazdı. Çünkü hava ateşin gıdâsıdır ve onun hayâtıdır. Görmez misin ateş üfleyince hayat bulur. Odun suda olsun, toprakta olsun, onda hava gizlidir. Eğer onda hava gizli olmasaydı, su yüzünde durmazdı. Ve aynı şekilde söz söylersin. Bu sözün gereçlerinden birçok şeyler vardır. Örneğin akıl, dimâğ, dudak, ağız, damak, dilden ve tenin reisleri olan bütün parçalardan ve rükûnlar ve mîzaclar ve feleklerden âlemin kıvâmını gerektiren sıfatlar âlemine kadar, yüzbin sebep vardır. Ondan sonra da zât mevcûddur. Bunların hepsiyle berâber bu ma’nâlar söylediğin sözde açık değildir ve âşikâr olmaz; hepsi bahsettiğimiz şekilde sözde gizlidir.

İnsanın karşısına her gün elinde olmaksızın beş altı kere isteksizlik çıkar. Bu isteksizlikte onun kesinlikle te’sîri yoktur; bu gayrıdan olur. O kişi, gayrın te’sîri altında kalandır ve o gayr, onun kontrol edicisidir. Bundan dolayı kötü fiiller işlemek ona sıkıntı ve elem verir. Eğer kontrol edici olmasa, o fiilin uygunluğunu nasıl verir? Bununla berâber isteksizlikleri insanın tabîatı kabûllenmez; ve “Ben bir kimsenin hükmü altındayım” diye mutmain olmaz.

“Allah Teâlâ Âdem’i, kendi sûreti üzerine, yâni sıfatı üzerine halk etti” hadîs-i şerîfi gereğince, Hak Teâlâ kulluk sıfatının zıddı olan ilâhlık vasfını insanda ödünç koymuştur. Bunun ödünç olduğunu insanın sırrına o kadar söylediği ve o ödünç verdiği şeyi onda bırakmadığı halde, insan yine bu isteksizlikleri çabuk unutur ve ona fayda vermez. O ödünç verilen şeyin kendi mülkü olmadığına kesin bilgi hâsıl edinceye kadar, tokattan kurtulmaz. Biz böyle olduğuna mutlaka kesin bilgi hâsıl et diye ısrâr etmiyoruz; ondan biraz daha kolayını söylüyoruz. Ya’nî sende “Sakın tasdîk edilip inkâr edilemeyen şeyler gibi olmasın?” diye bir zan peydâ olsun diyoruz. Sana böyle olduğuna yakîn ya’nî kesin bilgi hâsıl olmadı; ya böyle olmadığına nasıl yakîn hâsıl oldu?