Ellidokuzuncu Fasıl O inâyet, onun kalbindeki muhabbettir

“Hz. Ebû Bekir namaz, oruç ve sadakasının çokluğu ile değil, kalbinde karar bulan şeyle üstün oldu”

Cenâb-ı Pîr buyurur ki:

Hz. Ebubekir (r.a.) in diğerleri üzerine üstünlüğü, namaz ve orucun çokluğu yönünden değil, belki ona inâyet olması yönündendir; ve o inâyet, onun kalbindeki muhabbettir. Kıyâmette, namazları ve oruçları ve sadakâti getirip mîzâna koyarlar; velâkin muhabbeti getirirler, terâziye sığmaz. Bundan dolayı aslolan muhabbettir. Şimdi… Kendinde muhabbet görüyorsan, onu arttır, tâ ki çoğalsın; ve kendinde talebden ibâret olan sermâyeyi gördüğün zaman, onu ara ve çoğalt ki “Hareketlerde bereketler vardır”; eğer çoğaltmazsan, sermâyeni zâyi’ edersin. Sen yerden daha aşağı değilsin. Zemin hareketler ile ve bellenmek ile başka türlü olur ve bitki verir; ve terk edilince sertleşir. Bundan dolayı kendinde bir taleb gördüğün zaman, gelip git. “Bu gelip gitmeden ne fayda vardır?” deme! Sen git, fayda gözükür. Bir kimsenin dükkanına gitmesi için fayda amaçlamaya gerek yoktur.

Rızkı Hak Teâlâ verir. Eğer evde oturursa, bu hâl elindekini kâfi bulma yoludur, rızık gelmez. O yavrucuğun ağlaması üzerine annesinin ona süt vermesi acâîb değil midir? Eğer o yavru, “Benim bu ağlamamın ne faydası vardır ve neden süt verilmesini gerektirsin?” diye düşünse, sütten geri kalır. Oysa biz, bu sebeble ona süt verildiğini görüyoruz. Sonuçta bir kimse, bu rükû’ ve secdede ne fayda vardır, diye düşünür. Bir emîrin ve reîsin huzûrunda nasıl hizmet ediyor ve eğiliyorsun ve takla atıyorsun! Sonrasında o emîr sana merhamet edip, bir ekmek parçası veriyor. Emîrdeki o merhamet, emîrin eti ve derisi değildir. Öldükten sonra bu et ve deri, yerde uyku ve kendinden geçmişlik içindedir. Velâkin emîrin huzûrundaki bu hizmet zâyi’ olup gitmistir. Emîrde olan merhametin görünmediği anlaşıldı. Şimdi, et ve deri içinde, et ve deriden hâric olup görmediğimiz bir şey için hizmet nasıl mümkündür? Evet mümkündür ve et ve deri içindeki bu şey gizli değildir.

Ebû Cehil ve Mustafâ (s.a.v.) bir idi; aralarında fark yoktu. Dış görünüş yönünden bu kulağın sağırı ve işiteni birdir; ancak o kulağın içinde işiten gizlidir, görünmez. Bundan dolayı aslolan o inâyettir. Sen bir emîrsin, iki kölen vardır; birisi çok hizmet edip senin için birçok seferler yapar; diğeri ise kölelik husûsunda tenbeldir. Sonunda görüyorum ki, senin o tenbel olan köleye, o hizmetkâr köleden daha fazla muhabbetin vardır. Evvelki hizmetkârı da başı boş bırakmazsın. Bu, böyle olur. İnâyete hükmetmek mümkün değildir. Bu göz sağ ve bu göz sol, görünüşte ikisi de birdir. Acaba o sağ göz, ne hizmet etti ki, sol göz olmadı? Cum’a günü de bu şekilde diğer günlere üstün oldu. Nitekim buyrulmuştur: “Allah Teâlâ Hazretleri’nin bilinen rızıklardan başka rızıkları olduğu levhde yazılmıştır. Şimdi o rızıkları cum’a günü taleb et!”

Şimdi… Bu cum’a, diğer günlerin etmediği ne hizmetleri etti? Ammâ Hak Teâlâ inâyeti ona edip, bu şerefi ona tahsis etti. Ve eğer bir kör “Beni kör halk etmişler, ma’zûrum” derse, bu, “Körüm ve ma’zûrum” demekle asla ondan körlük gitmez; ve asla gündüzün ve güzel yüzlülerin cemâlini görmez. Şimdi körün ve topalın “Ma’zûruz” demeleri fayda vermez; ve onun zahmeti gitmez. Bu küfür içinde bulunan kâfirler, sonuçta küfür zahmeti içindedirler. Dönüp baktığımız zaman, o zahmetin inâyetin aynı olduğunu görürüz. Çünkü rahat içinde hakîki fâili unuturlar ve ancak elem içinde onu yâd ederler. Bundan dolayı cehennem, kâfirlerin ibâdethânesidir; çünkü Hakk’ı orada zikrederler. Nitekim zindan içinde ve birtakım hastalıklar hâlinde, bir kimsenin gaflet perdesi yırtılmış olur; ve Hz.Hakk’ı kabûl edip “Yâ Rab, ya Rahmân!” diye inler. Sıhhat bulduğu zaman, yine gaflet perdeleri çekilir ve “Hani Hak? Bulmuyorum, görmüyorum; nasıl olduğu hakkında ne söyliyeyim?” der. Elem zamanında buldun ve gördün, şimdi görmüyor musun?.. Şimdi sen, mâdemki Hakk’ı dert içinde görüyorsun, Hakk’ı zikredici olman için, senin üzerine elemi salarlar. Bundan dolayı cehennemlik olan kâfir rahat içinde Hak’dan gâfil olup, Allah’ı dâima cehennemde zikreder. Oysa Cenâb-ı Hak âlemi ve iyiyi ve kötüyü hep kendisini zikretmek ve zât-i şerîfine ibâdet ve tesbîh olunması için halk buyurmuştur.

Şimdi kâfirler mâdemki rahat içinde zikretmezler ve halktan kasıt ise, O’nun zikridir; bundan dolayı zikredici olmak için cehenneme giderler. Ancak mü’minler için zahmete gerek yoktur. Onlar bu rahat içinde o elemden gâfil değildirler ve o zahmeti dâimâ hâzır görürler. Akıllı çocuğun ayaklarını bir def’a falakaya takarlar, kâfi gelir; falakayı unutmaz. Fakat ahmak çocuk unutur. Ona dâimâ falaka lâzımdır. Ve aynı şekilde zeki bir at, bir kere kamçı yer, ikinci dayağa gerek yoktur. Fakat ahmak ata her zaman mahmuz lâzımdır. Onun yükünün insan olması lâyık değildir; ona gübre yükletirler.