Altmışıncı Fasıl Sen örneksiz olarak gel, tâ ki sözü örneksiz olarak dinleyesin

Kulağın hemen herkesin sürekli söylediği şeyi işitmesi, görmek fiilini icrâ eder ve görmek hükmündedir. Nitekim sen anne ve babandan doğdun. Sana onlardan doğduğunu söylerler. Gözün ile görmedin; fakat çok söylemek indinde hakîkat olur. Çünkü onlardan doğmadın deseler, kulağına girmez. Ve aynı şekilde Bağdad’ın ve Mekke’nin mevcüd olduğunu herkesin söylemesi ile çok işittin. Eğer yoktur deseler ve yemîn etseler inanmazsın. Şimdi kulak hemen herkesin sürekli söylediğiyle işittiğinde görmek hükmü hâsıl olur.

Nitekim görünüşte yaygın olarak söylenen habere görülmüş hükmünü verirler. Bir şahsın sözü, hemen herkesce söylenen söz hükmüne sâhip olur. Çünkü o, bir değildir, yüzbindir. Bundan dolayı bir söz olur. Her ne kadar bir ise de, bu zâhiri pâdişâhın yüzbin hükme sâhip olması ne acâîb şeydir! Eğer ona yüzbin derlerse, doğru olur. Bundan dolayı mâdemki zâhirde olmuştur, rûhlar âleminde olması daha geçerli bir yoldur. Gerçi bütün âlemi dolaştın, mâdemki onun için gezmedin, senin için tekrâr dolaşmak lâzım gelir. “Kul sîrû fîl ardı” “De ki: yeryüzünde gezip dolaşın.” O dolaşma benim için olmayıp, bir amaca dayalı idi. Ve o amaç senin perden olup, beni görmeye seni bırakmazdı. Örneğin çarşıda ciddi bir şekilde birisini ararsın. O sırada hiç kimseyi görmezsin ve görsen de halkı hayâl gibi görürsün. Yâhut kitapta bir mes’ele araştırırsın, o kitapta o mes’elenin dışında bir şey görmezsin. Bundan dolayı mâdemki senin için başka bir maksad ve niyet vardır, her nerede dolaşmış olsan, o maksat ile yönelmiş olmuş olursun; bunu görmemiş olursun.

Ömer (r.a.) hazretlerinin zamânında pek ihtiyâr bir kimse vardı. O derecede ki, evlâdı ona süt verir ve çocuklar gibi beslerdi. Ömer (r.a.) o kıza buyurdu ki: “Bu zamanda senin gibi baba hakkına riâyet eden hiçbir evlâd yoktur.” O kız cevâben dedi: “Doğru söylersin; ancak benim ile babam arasında bir fark vardır. Göründüğü gibi ben hizmette hiç kusur etmedim; fakat babam beni beslediği zaman, aman benim üzerime bir âfet gelmesin diye titrerdi. Ben ise babama hizmet ediyorum ve gece gündüz Hakk’a duâ ederek, onun zahmetinden kurtulmak için ölümünü istiyorum.” Ömer (r.a.) buyurdular: “Bu Ömer’den daha zekîdir.” Yâni ben görünüşe göre hükmettim ve sen onun özünü söyledin. Zekî, bir şeyin özüne vâkıf olan kimsedir. Hâşâ ki Hz. Ömer (r.a.) işlerin hakîkatine ve sırrına vâkıf olmasın. Ancak ashâb-ı kirâm hazarâtı nefislerini kırıp, başkalarını medhederler.

Çok kimseler vardır ki, hâzır oluşa tâkatları yoktur. Gaib oluş hâlinde daha iyi olurlar. Nitekim, bütün gündüzün aydınlığı güneştendir. Ancak eğer bir kimse bütün gün güneşin yuvarlağına bakarsa, gözleri kamaşır; ondan bir iş gelmez olur. Güneşe bakacağına o kimsenin bir iş ile meşgûl olması daha hayırlıdır. İş ile meşgûliyyet ise, güneşin yuvarlağına bakmaktan gaib oluştur. Ve aynı şekilde hastanın huzûrunda nefîs yemeklerden bahsedilmesi, o hastayı kuvvet kazanma husûsunda heyecanlandırır; yoksa o yemeklerin hâzır olması hastaya zarar verir.

Hakk’ı talebte tir tir titremek ve aşk lâzımdır. Her kimde ki titreyiş yoktur, onun tir tir titreyenlere hizmet etmesi kaçınılmazdır. Ağacın gövdesi üstünde hiçbir meyve yetişmez, çünkü gövdenin titremesi yoktur. Dalların ucunda, titreşim vardır; fakat ağacın gövdesi de kıvam vericidir. Dalların ucu balta yarasına karşı güvencededir. Ağacın kökü mâdemki baltaya gelecektir, titreyenlere hizmet etmek için, onun titrememesi daha iyi ve sükûnu daha evlâdır. Çünkü muînü’d-dîn ya’nî dînin yardımcısı, aynü’d-dîn ya’nî dînin ta kendisi değildir. “Ayn” üzerine ilâve edilen “mîm” vâsıtasıyla noksan oldu. “Kemâl üzerine ilâve, noksandır.” Nitekim bir kimsenin altı parmağı olsa, noksandır. Ahad kemâldir; Ahmed ise henüz kemâlde değildir. O “mîm” kalkınca küllîyen kemâl olur. Ya’nî Hak herşeyi ihâta etmiştir. Ona her ne ilâve yaparsan noksan olur. Bir sayısı, sayıların hepsinde vardır; ve onsuz hiçbir sayı mümkün değildir.

Seyyid Burhâneddin (k.s.) ifâde buyururlar idi: Ahmağın biri, onun konuşması esnâsında “Bize örneksiz söz lâzımdır” dedi. Hz. Seyyid buyurdular ki: “Sen örneksiz olarak gel, tâ ki sözü örneksiz olarak dinleyesin.” Sonuçta sen kendinin örneği değil misin? Senin bu şahsın, senin gölgendir. Biri öldüğü zaman, filan gitti derler. Eğer o, bu ise, şu halde nereye gitti? Bundan dolayı zâhirinden bâtınına delîl getirmeleri için, zâhirin, bâtının örneğidir. Görünen her bir şey kesâfettendir. Nitekim nefes, soğuğun kesâfet ve katılığında gözükür.

Nebîye, Hakk’ın kuvvetini göstermek ve da’vete tenbih etmek vâcibdir. Yoksa bir kimseyi isti’dâd makâmına ulaştırmak, o nebîye vâcib değildir. Çünkü o Hakk’ın işidir; ve Hakk’ın iki sıfatı vardır: Kahır ve Lütuf’dur. Nebîler her ikisine de görünme yeridirler. Mü’minler lütuf görünme yeri ve kâfirler kahır görünme yeridirler. Tasdîk edenler, kendilerini nebîlerin kapısında görürler. Kendi seslerini onlardan işitirler ve kendi kokularını onlardan bulurlar. O nebîlerden hiç biri kendisini inkâr etmez. Ümmete derler ki, biz siziz, siz de bizsiniz. Bir kimse, bu el benimdir der. Aslâ ondan şâhid istemezler. Çünkü onun birleşik parçasıdır. Ancak eğer filân benim oğlumdur derse, ondan şâhid isterler. Çünkü o ayrılmış parçadır.