Ba’zı kimseler muhabbet, hizmet gereğidir derler. Oysa bu böyle değildir; belki muhabbet edilenin meyli hizmeti gerektirmektedir. Eğer muhabbet edilen, muhabbet edenin hizmetle meşgûl olmasını isterse, muhabbet eden hep hizmet eder; ve eğer muhabbet edilen hizmet istemez ise, muhabbet edenin hizmeti terk etmesi muhabbete aykırı değildir. Sonuçta eğer o hizmet etmezse, o muhabbet ona hizmet eder; belki aslolan muhabbettir, hizmet ise fer’dir. Eğer yen hareket ederse, elin hareketindendir; yoksa elin hareketi ile, yenin de hareket etmesi gerekmez. Örneğin bir kimsenin büyük cübbesi vardır; içinde hareket eder; ve cübbenin hareket etmemesi mümkündür. Yoksa cübbeyi hareket ettiren olmadıkça, cübbe hareket etmez. Ba’zıları cübbeyi bir şahıs zannetmişler ve yeni, el diye düşünmüşlerdir. Bu el ve ayak, yen ve çizme başka el ve ayaktır. Filân filânın elinin altındadır ve filânın eli bu kadar şeye erişir ve filâna söz el verir derler. O el ve ayaktan kasıt kesinlikle bu el ve ayak değildir. Nasıl ki arı balmumunu bal ile birleştirip gitti ise, o emîr geldi bizi birleştirip gitti. Çünkü onun vücûdu evvelen şart idi; sonunda bakâsı şart değildir.
Analarımız, babalarımız o arılar gibidir ki, bir tâlibi talep edilene birleştirip, kendileri ansızın uçarlar. Hak Teâlâ onları, balmumu ile balı birleştirmeye vâsıta kılmıştır. Onlar uçarlar, mum ve balı kalır. Onlar bağın dışına gitmezler. Bu, içinden dışına gitmesi mümkün olan bağ değildir. Ancak bağın bir köşesinden bir köşesine giderler. Bizim tenimiz bir büyük kovan gibidir. İçinde mum ve bal ve Hak aşkı vardır. Arılar gibi olan annelerimiz ve babalarımız gerçi vâsıtadırlar; ancak terbiyeyi bağcıdan bulurlar; ve kovanı bağcı yapar. Hak Teâlâ o arılara başka bir sûret verdi. Bu işi işledikleri zaman, başka elbiseleri vardı. O âleme gittikleri zaman, oradaki işe uygun elbise giydiler. Çünkü orada da onlardan başka işler husûle gelir. Ancak şahıs, evvelki şahsın “ayn”ıdır. Örneğin bir kimse savaşa giderken, savaş elbisesi giyer; ancak meclisteki elbisesi başkadır; ve her bir makâmda böylece başka elbiseleri vardır ancak şahıs yine odur. Ammâ sen onu o elbise içinde görmüş olduğun için, her ne zaman onu hatırına getirsen, eğer yüz elbise değiştirmiş olsa, onu o şekilde tasavvur edeceksin.
Bir kimse bir mevzi’de bir yüzük kaybeder. Her ne kadar o yüzüğü, oradan alsalar, yine o mevziin etrâfında dolaşır; ya’nî ben yüzüğü bu mahalde kaybetmişimdir demek olur. Nitekim ta’ziyeye giden, mezârın etrâfını dolaşır ve duygusuz olan toprağın etrâfını tavâf eder ve öper. Ya’nî o yüzüğü burada kaybettim der. Oysa hiç onu orada bırakırlar mı? Hak Teâlâ hikmet örtüsü altında rûhun, kalıp ile bir iki gün bir arada olması için, bu kadar san’at yaptı ve kudret gösterdi. Eğer insan kalıbıyla berâber bir an mezarın içinde otursa, deli olma korkusu vardır. Sûret tuzağından ve kokmuş kalıptan sıçramaması nasıl olur? Hiç orada kalır mı? Hak Teâlâ korkutma için onu bir alâmet kıldı; tâ ki insanların kalbinde kabir vahşetinden ve toprağın karanlığından bir korku peydâ olsun. Nitekim yolda, bir mevzi’de bir kervanı vurduklarında, burası korku makâmıdır, diye alâmet olmak üzere, iki üç taşı birbiri üstüne koyarlar. Bu mezarlar da tehlike mahalli için bu şekilde özel bir alâmettir. O korku onlara te’sir eder; eserin fiilen oluşması gerekmez. Örneğin filan kimse senden korkar, deseler; sana ondan bir fiil çıkmaksızın, o kimse hakkında muhakkak bir muhabbet ortaya çıkar; ve eğer bunun aksi olarak, filan kimse sana hiç saygı duymaz ve sana bir kıymet vermez, deseler; sâdece bu söz ile o kimse hakkında bir hiddet peydâ olur.
Bu koşmak korku eseridir. Bütün âlem koşmaktadır. Ancak her birinin koşması, kendi haline uygun bir tarzdadır. İnsanınki başka türlü, bitkininki başka türlü ve rûhunki başka türlüdür. Rûhun koşması, adımsız ve nişânsızdır. Sonuçta koruğun ne kadar koştuğuna dikkat et! Âkıbet siyah üzüm olmak ve tatlılanmak mertebesine ulaşır; ancak koşması görünmez ve hissî değildir; ve ancak o makâma geldigi zaman, buraya gelinceye kadar pekçok koştuğu anlaşılır. Nitekim bir kimse su içine girer ve kimse onun oraya girdiğini görmez. Zorunlu olarak başını sudan çıkarınca, onun suya girip, bu halde göründüğü anlaşılır.