Hz. Mevlâna (kaddesallâhu sırrahu’l-azîz ve efâzallâhu aleynâ min envârihi) Emîr Pervâne’nin konağında sohbet buyuruyorlardı. Emîr Pervâne dedi: “Ey Mevlânâ, aslolan tâbî olmak mıdır?”
Hz. Pîr-i dest-gîr cevâben buyurdular ki:
Evet ama, halkın anladıkları, bu tâbî olmak değildir. Tâbî olmanın ma’nâsı odur ki, örneğin ihsân ve lütfu bol, âdil, yumuşak, ikrâm sâhibi ve iyi ahlâkın çeşitleri ile vasıflanmış ve askerleri çok ve memleketi ma’mûr olan bir pâdişâh vefât eder. Onun velîahdı olan vârisini tahta çıkarırlar. “Âlimler peygamberlerin vârisleridir” yüce hükmüne tâbî olarak o vâris, vefât etmiş olan pâdişâhın sîreti ve ihsân ve lütfu ve ahlâkı üzere çalışır. İşte tâbî olmak buna derler. Yoksa her bir dilenci ve serserinin tâbî olmak da’vâsına kalkışması değildir. Tâbî olmak başka, bîat etme başkadır.